Dünyanın tartıştığı konu: Çocuğa aşı yaptırmalı mı yaptırmamalı mı?
Çocuklara doğumdan itibaren yapılan aşılardan şüphelenmeli miyiz? Aşılarla otizm arasında bir ilişki var mı? Bazı aileler çocuklarına aşı yaptırmayı neden reddediyor? Doktorlar meseleye nasıl yaklaşıyor? Zorunlu aşılar konusunda hukuki durum ne? Bugün başlayan yazı dizimiz boyunca, dünyada da tartışılan aşı meselesini farklı boyutlarıyla taraflardan dinleyeceğiz.
Haber: BAHAR ÇUHADAR – bahar.cuhadar@radikal.com.tr
Gündeme son günlerde yeniden geldi ama tartışma yeni değil: Çocukluk çağı aşıları tıbben gerekli ve hukuken zorunlu mu? Aşılar içeriğindeki bazı maddeler nedeniyle çocuklara faydadan çok zarar mı getiriyor? Bu şüphelerle aşı yaptırmayı reddeden aileler aslında çocuklarını ciddi bir tehlikeye mi atıyor? ABD’de ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi Türkiye ’de de dönem dönem yoğun olarak gündeme gelen ‘şüpheci bulutlar’ dolaşıyor, ‘zorunlu aşılar’ üzerinde. Yeni doğan bebeğe doğumun ardından yapılan Hepatit B ve KKK (Kızamık, kızamıkçık, kabakulak) aşıları başta olmak üzere, aşıların uzun vadede çocuklarda MS ve otizm gibi hastalıklarına yol açtığı iddiası tıp gündemini yıllardır meşgul ediyor.
Aşılara çeşitli komplo teorileri ve dini sebeplerle itiraz eden dünyanın farklı bölgelerinden cemaatler ve dini gruplar (ABD’deki Amish tarikatı en meşhur örneği) bir yana; bugün çok sayıda şehirli, üst orta sınıf aile de aşı meselesine temkinli yaklaşıyor. Aşılara şüpheci yaklaşan, aşıların içerdiği koruyucu maddelerin çocukta kalıcı zarar etkiler yapabileceğini öne süren sayısız aile grubu ve Facebook topluluğu var.
Geçtiğimiz haftalarda aşı tartışmasının, deyim yerindeyse fitilini tekrar yakan olay, Ordu Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Ayyayla’nın kazandığı dava oldu. Ayyayla ‘ikiz bebeklerine Hepatit B aşısı yaptırmadığı’ için Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü tarafından mahkemeye verilmişti. Ayyayla mahkemeye, aşıların uzun vadede çocuklarına kalıcı tıbbi zarar vereceğine dair şüphesini anlattığı bir savunma sunmuş ve mahkeme tarafından aşı yaptırmamakta haklı bulunmuştu.
Savcı Hüseyin Ayyayla ve eşi örneğinde olduğu gibi, aşılara şüpheyle yaklaşan ebeveynler yerli-yabancı kaynakları tarıyor, konuya eleştirel yaklaşan uzmanların makalelerini, kitaplarını inceliyor, çeviriler yapıyor, kendi bloglarında yayımlıyor, bir yandan da çocuklarının hastalıkları aşısız, doğal yollarla ve kendi bağışıklıklarını güçlendirerek atlatmasının yollarını araştırıp uyguluyor.
Tablo şöyle özetlenebilir: Bir tarafta aşıların muhakkak yapılması gerektiğini, aşı yapılmadığı takdirde çocukların ciddi ölümcül hastalıklarla karşı karşıya kalabileceğini, toplum sağlığının darbe alacağını, aşıların otizme ya da MS’e yol açtığına dair herhangi bir bilimsel delil olmadığının altını çizen uzmanlar.
Öbür tarafta aşılamanın artmasıyla otizm, MS, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ve alerjilerin de artış gösterdiğini, aşılar vasıtasıyla bebeklik çağında yabancı maddelerle tanışan bağışıklık sistemlerinin faydadan çok zarar gördüğünü öne süren, aşı ile otizm-MS ilişkisinin aksini iddia eden yayınların da var olmadığına dikkat çeken uzmanlar ve tabii bu endişe sebebiyle aşı yaptırmayı reddeden aileler.
Sağlık Bakanlığı ise kısa süre önce yaptığı açıklamada, aşılar ve otizm arasında doğrudan bir ilişki saptanmadığını vurgulamış, “Bebeklerimizi ve çocuklarımızı ölümcül ve sakat bırakan hastalıklardan korumak ve onlara sağlıklı bir gelecek sunabilmek için en emin yol aşıdır. Ülkemizde yüksek aşılama düzeyi sayesinde aşı ile önlenebilir hastalıkların sayısı ve bu hastalıkların yol açtığı ölümler azalmıştır” ifadeleri kullanılmıştı.
UYGULAMA NASIL?
Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın çocukluk çağı aşı takviminde toplam 10 aşı (Hepatit B, Verem (BCG), DaPT-İPA-Hib (karma aşı), Pnömökok, KKK (Kızamık, kızamıkçık, kabakulak), DaBT-İPA, Çocuk Felci (aktif Polio), Difteri-Tetanos, Suçiçeği, Hepatit A) ve Sağlık Bakanlığı tarafından karşılanmayan ancak özel sağlık birimlerindeki doktorlar tarafından uygulanması tavsiye edilen Meningekok ve Rotavirüs aşıları yer alıyor.
Türk Tabipleri Birliği Aile Hekimleri Kolu Başkanı Dr. Fethi Bozçalı’dan aldığımız bilgiye göre Aile Hekimliği’ne aşı yaptırmak üzere çağırılan aileler, aşıyı reddetmeleri durumunda, hekim ve hemşireler tarafından ikna edilemezlerse bir tutanak formu imzalamaya davet ediliyor. Aile Hekimliği, bu tutanağı Sağlık Müdürlüğü’ne bildiriyor. Sağlık Müdürlüğü’nün de aile hakkında dava açma yetkisi bulunuyor.
TARAFLARI DİNLEDİK
Aşı tartışması, anne-babalar başta olmak üzere toplumun tamamını ilgilendiriyor. Konuyu ele almak üzere bir yazı dizisi hazırladık. Bu dizide aşılara güven duymadıkları için çocuklarına aşı yaptırmayan biri Türkiye’de biri Hollanda’da yaşayan iki anne, aşı takviminde düzenlemeye gidilmesini savunan göğüs hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta ve çocuk immünolojisi-alerji uzmanı Prof. Dr. Alişan Yıldıran, aşıların güvenli ve gerekli olduğunu anlatan mikrobiyoloji uzmanı Prof. Dr. Selim Badur ve enfeksiyon hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Önder Ergönül ile Tıp Hukuku uzmanı Prof. Dr. Hakan Hakeri ile yaptığımız görüşmelere yer vereceğiz.
Söz ilk olarak aşının tanımını almak ve enfeksiyon hastalıkları-aşı arasındaki bağlantıyı özetlemesi talebiyle görüştüğümüz Prof. Dr. Önder Ergönül’de.
‘BİR AŞININ KALDIRILMASI İÇİN O HASTALIĞIN TAMAMEN SIFIRLANMASI GEREKİR’
Aşının tanımı ve enfeksiyon hastalıklarına etkisi için Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü’nden, Amerikan Hastanesi, Enfeksiyon Hastalıkları Bölüm Başkanı Prof. Dr. Önder Ergönül’ün kapısını çalıyoruz.
AŞI NEDİR?
Aşı, iki türde yapılır. Hastalıklardan korunmak için, hasta olmadan önce vücuda o mikrobun taklidi veya bizzat kendisinin verilmesidir, aşı. Bu sayede insan vücudunun immünolojik sistemi bu mikrobu önceden alma imkânına sahip olur. Vücut bu mikropla tanıştırılır. Daha sonra vücut, mikrobun sahicisiyle karşı karşıya kaldığı zaman da ona güçlü bir yanıt verir. Çünkü bütün enfeksiyon hastalıklarında, hatta diğer hastalıklarda da, bütün mesele dışardan yabancı bir maddenin -ya da bu bazen insanın kendi molekülü de olabilir, romatizmal hastalıklar ve kanser de olabilir- vücut tarafından yabancı olarak algılanmasıdır. Buna karşı vücutta bir takım reaksiyonlar zinciri var. Genelde bu çatışma, hastalık tablosunu oluşturur.
Bakteriler, virüsler, mantarların her biri kendine göre reaksiyonlar yaratıyor. Vücudun da bunlara karşı bir reaksiyon biçimi var.
İnsanlık enfeksiyon hastalıklarından ve bulaşıcı hastalıklardan milyonlarca, milyarlarca kayıp verdi. Vebayı düşünün, Ortaçağ hastalığıdır. Ülkeler kayboldu, savaşlar kaybedildi. O bitti tüberküloz, kolera ve başka bir sürü hastalık tarihe geçti. Eskiden birçok çocuk kızamıktan ölüyordu. Bu çocuklar o virüsü aldıkları zaman üstüne başka enfeksiyon eklenmesiyle beraber ölüyorlardı. Bebek ölümleri ve anne ölümleri çok fazlaydı. Tetanostan insanlar ölüyordu.
İnsanoğlu 19. yüzyıl ve hatta daha öncesinde, çiçek aşısıyla, Çin’de ve daha sonra Avrupa’da sistematik bir şekilde söz konusu mikrobu önceden enjekte ederek yanıt üretebilme kaygısı başladı. Bu sayede teknoloji zaman içerisinde gelişti. İkinci Dünya Savaşı sonrası yeni gelişimler oldu. Ondan önceki aşı teknolojisi son derece geriydi. Birçok ülke sağlık alanında önemli aşamalar kaydetti.
‘KIZAMIK ARTIK AZ GÖRÜLÜYOR’ DERSİNİZ, SONRA ÖYLE BİR SALGIN YAPAR Kİ…
Bugün çocuk felci aşısını nasıl inkar edebilirsiniz? Çocuk felci aşısı olmasaydı bir sürü insan sakat kalmış olacaktı. Türkiye’de çocuk felcinden sakat olanlar şu an 40 yaş ve üzeridir. Son vaka 1997’de, 20 sene önce olmuş.
“Kızamık artık az görülüyor” dersiniz, sonra kızamık öyle bir salgın yapar ki “Vay benim aşım niye yok” dersiniz. Tamamen yok olan hastalıklar ne? Örneğin çiçek. Çiçek 1978 yılında eradike edilmiştir, sıfırlanmıştır. Hastalıklarda elimine değil, eradikasyon önemlidir. Aşının kaldırılması için, hastalığın elimine olması değil eradike olması, sıfırlanması önemlidir. 1978’de Dünya Sağlık Örgütü dedi ki “Son vakamız 1978’de Afrika’da görüldü. O günden bu yana bir tek çiçek hastası yok.” Doktorlar teşhis edemezler artık, görülmediği için. Çiçek aşısı programdan çıkarıldı. Ama ben konunun uzmanı, enfeksiyon hastalıkları uzmanı ve epidemiyolog olarak, “Kızamık artık nasılsa görülmez, aşı yapmayalım” diyemem.
ENFEKSİYON HASTALIKLARINDAN SADECE HİJYENLE KORUNULAMAZ
Ergönül’e “Hijyen programlaması çok daha iyi ve yoğun olsaydı, enfeksiyonel hastalıklardan yüzde 100 hijyen sağlanarak ve güçlü bir bağışıklıkla korunmak mümkün olabilir miydi?” diye soruyoruz. “İnsanoğlu şu an o noktada değil” diyor ve devam ediyor: “Bu hijyen ve kişisel temizliğin ötesinde. HIV diye bir şey var. Milyonlarca insan öldü. Bunun aşısı olsa yapar mısınız, yapmaz mısınız? Hiç tartışmasız. Bulunmaya çalışılıyor. Aşısı üretilemedi, yapılamadı, kolay değil. Veba aşısı olmayız, çünkü veba yok. Bir risk teşkil etmiyor. Risk teşkil eden unsurları şöyle sormak lazım: ‘Bizim meningokok riskimiz ne kadar?’ Bilimsel ve mantıksal bir sorudur. ‘Riskimiz yoksa olmasak mı acaba?’ makul bir sorudur. Aşıyı topyekûn, kategorik olarak reddetmek çok yanlış. Yoksa tabii ki sorgulayabilirsiniz.
Dünyanın, bilimsel olarak gelişmesinde aşıların büyük rolü vardır. İnsan ömrünün uzamasına, hastalıkların etkisinin azaltılmasına… Bu aşı çalışmaları önemli bir disiplin olarak gelişmektedir, daha da iyiye doğru evrilmektedir. Elbette daha iyi, daha az yan etkili aşılar üretilebilir. Zaman içinde çok daha iyi aşılar üretilecektir. Belki 15 hastalığın tek bir aşısı olacaktır.