Doğrulama için verilen süre doldu. Lütfen yenileyin.

Şifremi Unuttum

Gıda Kaynaklı Hastalıklar (Gıda Zehirlenmeleri) Hakkında Bilgi Notu

Giriş ve Epidemiyolojisi

Gıda kaynaklı hastalıklar, bakteriler, viruslar ve parazitler gibi çok çeşitli infeksiyon etkeniyle veya infeksiyöz olmayan toksin ve kimyasallarla kontamine olmuş gıdaların tüketilmesiyle ortaya çıkan, son derece heterojen bir hastalık grubudur. Gıda kontaminasyonu, “çiftlikten sofraya” uzanan süreçte üretim, işleme, dağıtım veya hazırlama aşamalarının herhangi bir noktasında meydana gelebilir ve çok farklı gıdalar kontamine olabilir.  Küreselleşen gıda tedarik zinciri, tek bir ülkedeki kontaminasyonun kısa sürede uluslararası salgınlara dönüşmesine yol açabilir. Bununla birlikte gıda kaynaklı hastalıkların çoğu bir salgınla ilişkilendirilemez; olguların tanımlanmış bir salgınla ilişkili olmaması halindeyse bir hastalığın gıda kaynaklı olup olmadığını belirlemek son derece güç olabilir. Bu nedenle, tek bir hasta için bulaşma yolu çoğu zaman bilinemez.

Gıda kaynaklı hastalıklar yaygındır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ), küresel gıda kaynaklı hastalık yüküne ilişkin yaptığı değerlendirmeye göre, 2010 yılında tüm dünyada 600 milyon gıda kaynaklı hastalık gelişmiş ve bunlara bağlı 420 000 ölüm belirlenmiştir.  DSÖ değerlendirmesinde yer alan 31 enterik hastalık, paraziter hastalık ve kimyasal/toksik etken arasında, en fazla hastalığa yol açanların norovirus ve Campylobacter türleri olduğu, en fazla ölüme ise tifo dışı Salmonella türlerinin yol açtığı dikkat çekmiştir. Akut hastalık ve ölümler, uzun dönem kronik hastalık veya sekellere bağlı morbidite ve mortalite tahminleriyle birleştirildiğinde, gıda kaynaklı hastalıkların 2010 yılında 33 milyon engelliliğe ayarlanmış yaşam yılı (DALY) kaybına yol açtığı hesaplanmış ve bu yükün, HIV/AIDS, sıtma ve tüberküloz gibi diğer önemli infeksiyon hastalıklarının neden olduğu yükle benzer düzeyde olması dikkat çekmiştir. COVID-19 pandemisi boyunca uygulanan maske, fiziksel mesafe, restoran kapanmaları ve seyahat kısıtlamaları gibi önlemler, akut gastrointestinal ve gıda kaynaklı infeksiyon insidansında geçici azalmaya yol açmıştır. 2024 tarihli bir derleme, pandemi döneminde özellikle kampilobakteryoz ve salmonelloz bildirimlerinde belirgin bir düşüş olduğunu, önlemlerin gevşemesiyle ise yeniden artış görüldüğünü bildirmektedir. Son yıllarda toplu beslenme merkezlerinin yeniden aktifleşmesiyle klasik bakteri ve virus salgınlarında artış beklenirken, iklim değişikliğinin deniz ürünleri kaynaklı Vibrio infeksiyonlarının daha kuzey bölgelere kaymasına yol açtığı görülmektedir

Etkenler ve Kaynaklar

Gıda kaynaklı hastalıkların en sık nedenleri mikroorganizmalardır. Viruslar arasında norovirus dünya genelinde en sık saptanan gıda kaynaklı patojen olarak öne çıkar. Düşük infeksiyöz doz ve çevresel direnci nedeniyle hastaneler, bakım evleri ve tur gemilerinde hızlı yayılım gösterir. Hepatit A ve E de özellikle donmuş meyveler, kabuklu deniz ürünleri ve az pişmiş domuz ürünleriyle ilişkili salgınlara yol açabilmektedir. Bakteriyel etkenlerde tifo dışı Salmonella’lar, Campylobacter jejuni/coli, STEC, Listeria monocytogenes, Clostridium perfringens, Staphylococcus aureus, Bacillus cereus ve Vibrio türleri önemli yer tutar. Bazı bakteriler, ya gıda içinde ürettikleri (örneğin Staphylococcus aureus ve Clostridium botulinum) veya bağırsağa ulaştıktan sonra salgıladıkları (örneğin Clostridium perfringens) toksinleri aracılığıyla gıda kaynaklı hastalıklara (gıda zehirlenmeleri) yol açabilir. Paraziter etkenler arasında Giardia duodenalis, Cryptosporidium spp., Cyclospora, Trichinella, balıkla ilişkili nematodlar ve Toxoplasma gondii sayılabilir.

Gıda kaynaklı hastalıklara yol açan patojenlerin kaynakları çoğunlukla çiğ veya az pişmiş hayvansal ürünler, kontamine sebze ve meyveler, oda sıcaklığında bekletilmiş gıdalar ve deniz ürünleridir. Klinik tablolar ise sulu veya kanlı ishalden bakteriyemiye, toksin aracılı ani kusma sendromlarından invaziv infeksiyonlara ve nörolojik komplikasyonlara kadar geniş bir çeşitlilik gösterir. Güncel veriler, özellikle Salmonella ve Campylobacter türlerinde kinolon, sefalosporin ve makrolid direncinin belirgin şekilde arttığını göstermektedir.

Gıda kaynaklı hastalıklar nadiren infeksiyon dışı nedenlerle de gelişebilir; bu tablolarda mantar toksinleri gibi doğal olarak oluşan toksinlerin veya ağır metaller ve pestisitler  gibi  kimyasalların alınması  söz konusudur.

Mantar zehirlenmesi, tüketilen mantarın türüne ve içerdiği toksine bağlı olarak hafif gastrointestinal bulgulardan ölümcül karaciğer veya böbrek yetmezliğine kadar değişen tablolar oluşturabilir. Tanıda en önemli nokta latent sürenin değerlendirilmesidir: Semptomların 6 saatten önce başlaması genellikle basit gastrointestinal zehirlenmeyi, 6 saatten sonra başlaması ise amatoksin gibi ölümcül toksinleri düşündürür. Amatoksin içeren mantarlar (Amanita phalloides) özellikle tehlikelidir ve başlangıçta kusma–ishal sonrası kısa bir iyilik dönemini takiben fulminan hepatik yetmezlik gelişebilir. Tanı; iyi anamnez, fizik muayene ve seri karaciğer–böbrek fonksiyon testleriyle konur.

Ağır metaller ve pestisitlerle zehirlenmelerde en önemli tanı unsuru maruziyet öyküsü, semptomların gelişim zamanı ve hedef organ bulgularının değerlendirilmesidir. Kurşun, cıva ve arsenik gibi ağır metallerde tanı genellikle kan veya idrar düzeyleri ile doğrulanır; tedavide temel yaklaşım maruziyetin kesilmesi, destek tedavisi ve uygun hastalarda şelasyon ajanlarının (EDTA, DMSA, BAL) kullanılmasıdır. Pestisitler içinde en tehlikeli olan organofosfat zehirlenmeleri, belirgin kolinerjik sendrom (aşırı sekresyon, bronkospazm, bradikardi, miosis) ile seyreder ve tanı çoğunlukla kliniktir; tedavinin temelini atropin, pralidoksim ve destekleyici bakım oluşturur. Paraquat gibi yüksek toksisiteli maddeler ciddi akciğer hasarı yapar ve oksijen verilmesi durumu kötüleştirebileceğinden tedavide dikkatli olunmalıdır. Genel olarak tüm kimyasal zehirlenmelerde yaklaşım, ABC stabilizasyonu, dekontaminasyon, gerekirse aktif kömür, spesifik antidotların uygulanması ve çoklu organ etkilenmesi açısından yakın izlem esasına dayanır.

Klinik Görünümler

Gıda kaynaklı hastalıklar olguların çoğunda hafif seyretmekle birlikte, özellikle çocuklar, yaşlılar ve bağışıklık sistemi baskılanmış bireylerde ciddi, yaşamı tehdit eden tablolara da yol açabilir. Pek çok gıda kaynaklı hastalık   ishal ve kusma gibi gastrointestinal semptomlarla seyreder; nadiren nörolojik ve immünolojik bulgular da dahil olmak üzere başka belirti ve semptomlara da neden olabilir. Klinik spektrum; akut sulu veya kanlı ishal, bakteri toksinlerinin yol açtığı kısa inkübasyonlu kusma sendromu, yüksek ateş ve diğer sistemik infeksiyon bulgularıyla birlikte invazif sistemik infeksiyonlar (örneğin Listeria monocytogenes veya non-tifoidal Salmonella bakteriyemisi), nörolojik sendromlar (botulizm ve bazı deniz ürünlerinde bulunan mikroorganizma dışı toksinler) ve uzun dönem sekeller (reaktif artrit, Guillain–Barré sendromu, HÜS, vb.) gibi geniş bir yelpazeyi içerir.

Tanı

Gıda kaynaklı hastalıkların tanısında kişinin tükettiği gıdaları, aynı gıdayı tüketen kişilerdeki hastalık belirtilerini de içeren detaylı bir öykünün alınması oldukça önemlidir. Aynı yemeği paylaşan ya da aynı yerde yemek yiyen iki veya daha fazla kişide, özellikle gastrointestinal veya nörolojik bulgularla seyreden akut bir hastalık belirlendiğinde, gıda kaynaklı bir hastalık salgını olasılığı düşünülmelidir.  Gıda kaynaklı bir salgından kuşkulanıldığında, sorumlu olabilecek gıdalardan ve etkilenmiş kişilerden uygun örnekler alınarak gerekli mikrobiyolojik incelemeler yapılmalıdır.  Şüpheli bir gıda zehirlenmesi bildirildiğinde, halk sağlığını korumaya yönelik resmî numune alma yetkisi İl veya İlçe Tarım ve Orman Müdürlüklerine aittir. Bu kurumlarda görev yapan gıda kontrol görevlileri—yetkili veteriner hekimler, gıda mühendisleri, ziraat mühendisleri gibi uzmanlar—gıdanın üretildiği, satıldığı veya tüketildiği yerden resmî numune alır ve bu örnekleri Bakanlığa bağlı laboratuvarlara gönderir. Halk sağlığını ilgilendiren durumlarda ise İl veya İlçe Sağlık Müdürlüğü de sürece dâhil olabilir; çevre sağlığı teknisyeni/teknikeri ya da ilgili sağlık personeli numune alma işlemine katılarak özellikle toplu zehirlenme vakalarında Tarım ve Orman Müdürlüğü ile iş birliği yapar. Hastaneye başvuran zehirlenme olgularında ise gıdanın kendisinden değil, hastadan alınan örneklerle tanıya gidilir; dışkı, kusmuk veya kan örnekleri hemşire, doktor ya da laboratuvar teknisyeni tarafından alınır. Gıda örneği alma yetkisi hastanelerde bulunmadığından, bu işlem yalnızca resmî denetim makamlarınca yürütülür. Öte yandan gıda işletmeleri kendi iç kalite kontrol süreçleri kapsamında numune alabilir; ancak bu numuneler yalnızca işletme içi değerlendirme amaçlıdır ve hukuken geçerli resmî numune niteliği taşımaz.

Günlük klinik pratikte bulantı, kusma ve ishalle başvuran olguların çoğunda tanısal test yapılması gerekmez. İshalli hastalarda dışkı kültürü gibi özgül tanısal testlerin kullanımı, özellikle ateş, kanlı ishal, sepsis veya ağır dehidratasyon bulunması halinde veya immünosüpresyon, gebelik gibi yüksek riskli durumların varlığında önerilmektedir.  Dışkı kültüründe viruslar dahil birçok patojenin tanımlanamaması nedeniyle, özgül tanı gereken durumlarda günümüzde yaygın olarak multipleks PCR panelleri kullanılabilmektedir. Bu panellerle bakteri, virus ve parazitlerin aynı anda hızlı şekilde saptanması mümkün hale gelmiştir. Bu paneller hastanın hedefe yönelik tedavisini kolaylaştırmakta, STEC gibi antibiyotik verilmemesi gereken etkenlerin hızla tanınmasını sağlamaktadır. Bununla birlikte, düşük düzey pozitifliklerin klinik anlamının belirsizliği, duyarlılık verisi sağlamaması ve maliyet sorunları gibi dezavantajları bulunmaktadır.

Tüm genom dizileme yöntemleri ECDC tarafından salgın tespiti ve kaynak belirlemede standart yöntem olarak önerilmekte, insan–gıda–hayvan–çevre izolatlarının genomik karşılaştırılması uluslararası salgınların erken tespiti açısından büyük önem taşımaktadır. Dijital epidemiyoloji kapsamında sosyal medya verilerinin analizinin de besin zehirlenmesi kümelenmelerinin klasik sürveyanstan önce tespitinde yararlı olabileceği gösterilmiştir.

Tedavi, Antimikrobiyal Direnç ve Yönetim İlkeleri

Gıda kaynaklı hastalıkların büyük çoğunluğunda destek tedavisi yeterlidir.  Kusma ve/veya ishalle seyreden gıda kaynaklı hastalıkların yönetiminde öncelikle dehidratasyonun (kaybedilen sıvı ve elektrolitlerin) derecesinin belirlenmesi ve uygun şekilde rehidratasyon yapılması gerekir. Çoğu zaman dengeli sıvı elektrolit solüsyonlarının ağızdan alınmasıyla rehdiratasyon sağlanabilir, ağızdan alamayan veya ağır dehidratasyon gelişmiş kişilerdeyse damar içi sıvıların verilmesi gerekir. Antibiyotik tedavisi; yüksek ateş ve sistemik toksisite bulguları olan, kanlı ishal gelişen (STEC hariç), sepsis veya bakteriyemi bulunan ya da ileri yaş, immünosüpresyon gibi risk faktörleri taşıyan hastalarda düşünülebilir. Antibiyotik kullanımının özellikle STEC olgularında HÜS riskini artırabileceği için, ateşsiz kanlı ishal varlığında dikkatli olunmalıdır. Salmonella ve Campylobacter gibi etkenlerde artan florokinolon, makrolid ve sefalosporin direnci tedavi seçimlerini zorlaştırmaktadır. Listeria için ampisilin ± gentamisin temel tedaviyi oluştururken, Vibrio vulnificus olgularında üçüncü kuşak sefalosporin + doksisiklin gibi kombine rejimler önerilir. Dehidratasyon, HÜS, reaktif artrit ve nörolojik komplikasyonlar gibi durumlarda multidisipliner yönetim gerekir.

Mantar zahirlenmelerinde tedavide temel yaklaşım erken sıvı desteği, aktif kömür, gerekirse çoklu doz kömür ve toksine özgü tedavilerdir. Amatoksin zehirlenmesinde en etkili tedavi silibinin olup yoksa N-asetilsistein ve yüksek doz penisilin G uygulanabilir. Gyromitra zehirlenmesinde piridoksin, muskarinik sendromda atropin kullanılır; orellanin içeren mantarlarda ise renal hasar gelişebilir ve dializ gerekebilir. Hastalarda hızla kötüleşme olabileceğinden yakın takip, yoğun bakım desteği ve gerekli durumlarda karaciğer transplant merkezleriyle erken iletişim çok önemlidir.

Önleme Stratejileri

Güncel literatür, gıda kaynaklı hastalıkların kontrolünde klasik hijyen önlemlerinin Tek Sağlık yaklaşımıyla entegre edilmesinin önemini vurgulamaktadır. Hayvan barınma koşullarının iyileştirilmesi, veteriner hekimlikte akılcı antibiyotik kullanımı, kesimhanelerde tehlike analizi ve kritik kontrol uygulamaları ve toplu tüketim yerlerinde eğitimler kritik adımlardır. Kesimhanelerdeki küçük bir kontaminasyon bile yüzlerce hatta binlerce kişide besin zehirlenmesi yapabilecek kadar büyük bir risk taşır. Tehlike analizi ve kritik kontrol uygulamalarının etkin şekilde uygulanması, özellikle Salmonella ve Campylobacter gibi yaygın bakterilerin bulaşmasını azaltarak bu riski önemli ölçüde düşürür. Ayrıca Listeria gibi daha dirençli ve yüksek mortaliteye sahip patojenlerin ürüne geçmesini engelleyerek halk sağlığını korur. Bunun yanı sıra birçok ülkenin talep ettiği zorunlu ihracat kalite standartlarını karşılamayı sağlar. Tüm bu yönleriyle sistem, tüketiciye ulaşan et ve et ürünlerinin güvenli, hijyenik ve sağlık açısından kontrol edilmiş olmasını garanti eder.

Besin hazırlarken uyulması gereken önlemler de gıda güvenliğini sağlamak açısından büyük önem taşır. Öncelikle el hijyeni temel bir adımdır; yiyecek hazırlamadan önce ve sonra eller en az 20 saniye sabun ve suyla yıkanmalı, özellikle çiğ et, tavuk, balık, yumurta ve kirli yüzeylerle temas sonrası el yıkama mutlaka tekrarlanmalıdır. Öksürme, hapşırma veya tuvalet kullanımının ardından el hijyenine dikkat edilmelidir. Çiğ ve pişmiş gıdaların ayrılması çapraz kontaminasyonu önler; bu nedenle çiğ et, tavuk, balık ve yumurta diğer gıdalardan ayrı tutulmalı, bu ürünlerle temas eden kesme tahtası, bıçak ve yüzeyler hemen temizlenmeli, ayrıca çiğ ve pişmiş gıdalar için ayrı kesme tahtaları tercih edilmelidir. Marinasyon yapılan kaplarda pişmiş gıdaların kesinlikle bekletilmemesi gerekir.

Gıdaların yeterince pişirilmesi bir diğer önemli adımdır; tavuk en az 74°C, kıyma en az 70°C, balık ise en az 63°C iç sıcaklığa ulaşacak şekilde pişirilmelidir. Renk ve görünüş tek başına güvenli pişmeyi göstermediğinden mümkünse gıda termometresi kullanılmalıdır. Güvenli saklama kurallarına göre bozulabilir gıdalar iki saatten fazla oda sıcaklığında bırakılmamalı, buzdolabı 4°C’nin, dondurucu ise –18°C’nin altında tutulmalıdır. Pişmiş gıdalar hızlıca soğutulmalı ve geniş, yayvan kaplarda saklanmalıdır. Donmuş gıdalar oda sıcaklığında değil, buzdolabında, mikrodalgada veya sık su değiştirilerek soğuk su içerisinde güvenli şekilde çözdürülmeli, çiğ et sularının diğer gıdalara temas etmemesine dikkat edilmelidir.

Yüzey ve ekipman hijyeni için tezgâh, kesme tahtası ve bıçak gibi materyaller her kullanım sonrası sıcak su ve deterjanla temizlenmeli; ahşap kesme tahtaları yerine plastik veya kompozit malzemeler tercih edilmelidir. Mutfak bezleri ve süngerler sık değiştirilmelidir çünkü kolayca kontamine olabilirler. Su ve hammadde güvenliği de kritik olup içme suyunun temiz olmasına dikkat edilmeli, sebze ve meyveler akan su altında iyice yıkanmalı, pastörize edilmemiş süt ürünlerinden kaçınılmalı ve çatlak yumurtalar ya da bozuk kokulu gıdalar kullanılmamalıdır. Kişisel hijyen açısından mutfakta çalışan bireylerin açık yara, infeksiyon veya kusma/ishal gibi durumlardan kaçınması, saçlarını toplamaları, takılarını çıkarmaları ve temiz önlük kullanmaları önerilir.

Pişmiş gıdalar tekrar ısıtılırken tamamen ısınmış olmalarına dikkat edilmeli ve en az 74°C’ye ulaşmaları sağlanmalıdır; aynı yemeği birden fazla kez ısıtmak güvenliği azaltır. Son olarak, konserve ve paketli ürünlerde bombaj yapmış yani şişmiş kutular kesinlikle kullanılmamalıdır, çünkü botulizm riski taşırlar. Paketli ürünlerde son kullanma tarihleri mutlaka kontrol edilmelidir. Bu önlemler bir bütün olarak uygulandığında, gıda kaynaklı hastalık riski büyük ölçüde azaltılabilir.

Klinik açıdan ise gebeler, immünosüprese bireyler, ileri yaş hastalar ve nakil alıcıları gibi yüksek riskli gruplara yönelik ayrıntılı gıda güvenliği danışmanlığı büyük önem taşımaktadır. Seyahat tıbbı bağlamında güvenli su ve gıda önerileri ile tifo ve hepatit A aşıları uygulanması önemlidir. Ayrıca şüpheli salgınlarda hızlı bildirim, numune yönetimi ve halk sağlığı birimleriyle koordinasyon sağlanması da oldukça önem arzetmektedir.

Kaynaklar

1. Türkiye Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü. Besin zehirlenmeleri: Nedenleri ve korunma yolları. Ankara: T.C. Sağlık Bakanlığı; 2020. Available from: https://hsgm.saglik.gov.tr/

2. World Health Organization (WHO). Food safety: Key facts. Geneva: WHO; 2024. Available from: https://www.who.int/news-room/fact-sheets/detail/food-safety

3. Ehuwa O, Jaiswal AK, Jaiswal S. Salmonella, Food Safety and Food Handling Practices. Foods. 2021 Apr 21;10(5):907. doi: 10.3390/foods10050907. PMID: 33919142; PMCID: PMC8143179.

4. Awuchi C. HACCP, quality, and food safety management infood and agricultural systems. Food & Agriculture (2023), 9: 2176280https://doi.org/10.1080/23311932.2023.2176280.

4. Rahman N, Singh R, Patel A, Kumar S. Foodborne infections and Salmonella: Current primary prevention tools and future perspectives. Vaccines (Basel). 2025;13(1):29. Available from: https://www.mdpi.com/

6. Diaz JH. Syndromic diagnosis and management of confirmed mushroom poisonings. Crit Care Med. 2005;33(2):427-36.

7. Vale A, Lotti M. Organophosphorus and carbamate insecticide poisoning. Handb Clin Neurol. 2015;131:149-68. doi: 10.1016/B978-0-444-62627-1.00010-X. PMID: 26563788.